Höt






kırca_levent Tayyip Erdoğan’ın bir bakışları var, aman Yarabbi! Kin, nefret, hırs, ihtiras... Bu bakışına bir de yüzünün ifadesini ekle, yani mimiklerini gözünün önüne getir... Allah vermeye... Sağ elinin işaret parmağını sana çevirdiğini düşün...
Çok düşünme, biraz düşün. Yoksa kafayı yersin.
Evet, ne geliyor aklına?
“Alacakaranlık Kuşağı” değil mi?
Ya da başka bir korku filmi...
Ortada bir korkunçluk var. Daha doğrusu korku.
Acaba bunlar böyle olduğu için mi, karşılarındaki korkar?
Yoksa karşısındakiler korktukları için mi böyle yapar, böyle bakarlar?

Peki biz korkmalı mıyız?
Bunlardan mı?
Kim ki bunlar?
Kimin köyünden kimi kovuyorlar?
Köy senin...
Bunlar kim?
Sen bunları seçip başa koymuşsun, olmamış becerememişler.
Senin hakkını sana vermiyorlar.
Seni eziyorlar, üzüyorlar.
Diyelim ki, seçerken sen bilemedin. Komedi filmi diye girdin, korku filmi çıktı. Yanında sarımsak taşımana da gerek yok.
Senin elinde yahu!
Neden bunun farkında değilsin?
Köpürmene de gerek yok, kükremene de...
Şöyle bir ayağa kalkman yeterli.
“Höt” dedin mi bitti bu iş.

YİNE SEYİRCİYİZ

Sivaslılar’ı tenzih ederek söylüyorum. Madımak Oteli’nde 35 aydın ozan cayır cayır yakıldı. Naklen televizyonlardan seyrettik... Dakika dakika... Belki aralara reklamlar da serpiştirdiler. Adım adım Madımak Oteli’nin yanışına tanık olduk. Hükümet, ordu, emniyet ve hepimiz...
Ceyar’ın dizisini izler gibi izledik oturduğumuz yerden. Allah bilir izlerken, mısır da yedik. Yani sonuç olarak seyirci kaldık.
Şimdi ne yapıyoruz?
Yine seyirciyiz.
Olup biteni görüyoruz, anlıyoruz. Gelmekte olanın farkındayız ama... sadece izliyoruz.
Hepimizin kendine göre bir sebebi, bir mazareti var.
Sonra ne olacak?
Seyredecek bir şey de kalmayacak.
“Tüh” mü diyeceğiz, “Vah” mı?
Seçtiğin gibi indirirsin aşağı. Cumhuriyet’ler böyledir. Sen yönetirsin. İstersen oturtur, istersen ‘kış kış’ larsın. Senin elinde... Hepsi senin hizmetinde. Geldiler, vaatler verdiler, senin dinini kullandılar, her tarafı talan ettiler, herkesi huzursuz ettiler. Yaladılar, yuttular.
Eee...
Üniversite gençliği hapiste. Gazeteci de öyle. Zenginleri işbirliğine zorladılar. Onlar da dünden razı. Baktılar ki kimse ses çıkarmıyor. Cumhuriyet’e göz diktiler. Amerikası, İngilteresi senin ülkeni istiyor. Her türlü zenginlik var bu topraklarda. Ortadoğu’nun kontrolü için de köprü. Petrol dersen Allahı’na kadar. “Sevr Anlaşması”ndan bu yana hevesleri de kursaklarında kalmış. Mustafa’m Kemal’im çıkınca karşılarına, kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp, baka baka mabatlarına dönmüşler gerisin geriye...

NEDEN KUL KÖLE OLASIN

Sen seçiyorsun, sen getiriyorsun bunları. İstersen yine sen gerisin geriye gönderirsin.
Şehit olan senin oğlun değil mi? Peki ya hapiste yatan. Bu paşaların, bu gazetecilerin, bu hakkı zai olanların burnuna gaz sıkılanın, coplananın, itelenip kakılanın, annesi, babası, kardeşi, kocası, karısı sen değil misin? Seninki vatan vazifesi diye ölecek “şehit olmayacak”, seninkini öldüren özgür yaşayacak, serbest gezecek, baş tacı edilecek.
Peki sen neredesin?
Uyuyor musun?
Sana bu cefayı çektiren bir avuç... Üstelik senin seçtiğin bir avuç. Sen Türkiye’sin, sen 70 milyonsun! Bir uyandın mı, sel olur akarsın, önünde molozlar sürüklenir. Toprağını niye böldürtesin, özgürlüğünden niye olasın? Niye örtünesin, hakların neden engellensin, hukuğun neden işlemesin, niye daha iyi yaşayamasın, kul köle olasın? Ne olmak istiyorsan onu olursun. Kimi istiyorsan o yönetir seni.

SAMSUNLU SELAM GÖNDERDİ

Nasıl ki evini, aileni, arabanı, bahçeni, çiçeğini, elbiseni, kendini koruyorsan, “Ülkeni” de koruyacaksın! Üstelik senin vazifen bu. Sevgilini, çocuğunu korur gibi koruyacaksın. Çiçeğini sular gibi bakacaksın memleketine. Yapraklarını seveceksin, su verirken konuşacaksın onunla. Aksi taktirde kurur, biter, ölür. Saksıdaki çiçeğin gibi sahip çıkacaksın ülkene. Yoksa ölür. Bu ülkenin sahibi sensin. Senin babanın, Ata’nın malı bu ülke. Seçtiğin adamdan mı korkuyorsun? Sahip çık çiçeğine, oğluna, kardeşine, şehidine. Önünde hiçbir engel yok. Yeter ki bir zahmet doğruluver yerinden. Sadece doğrul. Bazıları denize dökülmeyi çoktan hak etti. Onları denize dökecek sensin. Bir “Höt” demen kafi. Hemen karşılılığı gelecektir. Kulak asma yalakaya, döneğe, menfaatpereste, satılmışa, Akile... Bunlar rüzgar tulumu gibi. Rüzgar nereye üflerse oraya dönerler. Sen güçlü durursan, sana dönerler. Sen şanslısın üstelik. Kimin, neyin ne olduğunu da iyice anladın. Bu ülke Kürdü, Türkü, Ermenisi, Lazı, Yahudisi , Alevisi ile bir bütün. Bu barışı sağlamış sana Ata’n. Bunların “Barış” dediği yalan... Tumturaklı yalan, oturaklı yalan, çıngıraklı yalan, komedili yalan... Yalan ki ne yalan. İşte dolaşıyorum Anadolu’da. Sizin içinizdeyim. Daha dün Samsun’daydım. Samsun’luyum biliyorsunuz. Samsunlu benimle, Samsunlu Orhan Gencebay’a selam gönderiyor. “Artık o bizim babamız değil, gelmesin buralara” diyor. Paraya mı ihtiyacı vardı, neden yaptı ki bunu?” diyor.
Arkasından bir selam da ‘Kadir” e yolluyor. Fatsalı Kadir’e... “Yazıklar olsun, biz de onu delikanlı bilirdik” diyor. Hele “Hülya Koçyiğit hiç gözümüze gözükmesin” diyor. Yılmaz Erdoğan’ı ipleyen bile yok. Halk artık neyin ne olduğunu biliyor. Halk... Halk kim? Ülkenin sahibi. Kimi isterse o geçer başa, kimi istemezse o düşer. Halk Atatürk’ünü istiyor, Türkiyesi’ni, “T.C” sini istiyor. Bayrağı dalgalansın istiyor ve artık sizden korkmuyor. Sizi anladı. Hem de geç olmadan anladı. Şimdi doğrulup, suratını asıp, işaret parmağını uzatıp “Höt” deme sırası onda. Çünkü, Türkiye’nin sahibi o.

EMEK SİNEMASI

Hollanda’dan dönüp provaya girdiğimde, bir oyuncu arkadaşımı kolu bacağı sarılı, kafa göz dağılmış olarak buldum.
-Sen söyleme, sana ne olduğunu ben tahmin edeyim. Balkondan düştün.
- Kaşlarını kaldırıp, bilemediğimi işaret etti.
- Otobandan geçiyordun... Tır çarptı...
-Aynı kaşlar gene havalandı.
-Peki ne oldu kardeşim, birinin ırzına mı tasallut ettin?
- “Yok” dedi. Bir arkadaşım “O da değil, ırza tasallut suç sayılmıyor.”
-Peki öyleyse son tahminimi yapıyorum. Türk Bayrağı’mı açtın?
-Kaşlar yine inmiyor aşağı.
-Ne peki?
-Sinemaya gittim.
-Anladım.
-Film başlamıştı. Karanlıkta basamakları göremedim.
-Anlaşıldı.
-”Hayır” diye yanıtladı güçlükle. Ben Emek Sineması’nın önündeydim.
-Eee...
-Bir sürü yabancı yönetmen, oyuncu, gazeteci, sinema eleştirmeni...Bir Ömür Gedik yoktu, malum o şarkıcı oldu. Güzel güzel konuşuyorduk. Sırayla sinemanın önündeki basamakları çıkıp, Emek Sineması’nın neden yıkılmaması gerektiğini kibar kibar anlatıyorduk. Etrafımızda hanımefendiler, beyefendiler son derece şık, tirendez alkışlar eşliğinde, demokratik hakkımızı kullanıyorduk ki birden taarruz başladı. Bombalar atıldı, biber gazları, panzerlerden sular... Sırılsıklam olduk. Gazdan göz gözü görmüyordu. Ben III. Dünya Savaşı oldu zannettim. Sanki, Pearl Harbor... Kadınlar saçlarından yerlerde sürükleniyor, polis şu yeni joplarla ve postallarıyla bizi hazır ıslanmışken, ıslak ıslak dövüyor. Bir savaş oldu ki, anlatılamaz, ancak yaşanır. Böğürenler, kusanlar.. Yandım Allah diyenler... Çocuğunu düşüren hamile kadınlar. Benim saçıma bir yapıştı; Allah’tan peruk. Kaldı elinde... Elinde benim peruk, bir genç kızı tekme tokat dövüyor. Karnına karnına vuruyor tekmeyi.

PERUK ORALARDA MI?

Ben peruğumun peşindeyim. “Ver” diyorum, vermiyor. Beyoğlu I. Meydan Muharebesi. Gazdan gözünü açamayan, soluğu Mado’da alıyor. Allah rızası için bir şişe su. Parasıyla yani. Meğer “Mado” da onlardanmış, kimseye su filan bir şey vermediler. Mado’ya sığınanı kapı dışarı ettiler. Bağırmışlar, imdat istemişler, yalvarmışlar.... Nafile... Dayağın sonu gelmiyor. “Hükümet istifa” diyorlar. “Bakan istifa” diyorlar. Dedikçe, polis bunları ıslatıp ıslatıp dövüyor. Peruk da gitmiş, ayakkabılar da, pantolonu bile çıkmış kıçından zavallının.
Eski İstanbul Valisi, taze Bakan Muammer Güler diyor ki;
“Çok provokasyon varmış. Fazla kışkırtmışlar polisi. Polis de çaresiz kalmış, milleti dövmek mecburiyetinde kalmış, hay Allah” diyor.
Yahu Muammer Bey, sizi İstanbul’dan tanırım. Siz ılımlı bir insandınız, ne oldu size? Bu arkadaşların topu yok, tüfeği yok. İnsan kendi vatandaşını, kendi kardeşini öldüresiye döver mi?
Bunlar sanatçı. Yazık değil mi? Ayıp değil mi?
Haydi istifa edin de bitsin bu iş. Sonra, Ertuğrul Günay’ın durumuna düşmeyin.
Ha, birde bakın bakalım, bizim arkadaşın peruğu sizin oralarda mı?

Saygılarımla...

Levet Kırca
ulusalkanal.com.tr

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Size çarpan araç faili meçhul ise

RON CLARK STORY

BAŞKA BİR İSTATİSTİK