Cochabamba Su Savaşları “Yağmuru Bile Sattılar”

 

 

 

 

 

 

 

 

HES-2 Dostlar geçtiğimiz günlerde e-postama gelen bir yazıyı okuyup, ekindeki videoyu izledikten sonra sayın Prof.Dr. Beyza ÜSTÜN 'ü tanıma fırsatını yakaladım. Esasında bu günlerde ıskaladığımız Ya da ilgimizi fazla çekmeyen ama aslında o olmadan yaşayamayacağımız bir şeyden bahsediyordu. Basit bir çevrecilik olayı diye düşünürken şu günlerde ara da bir haberlerde HES lerle ilgili gösteriler, direniş haberleri izliyoruz. Yandaş medya bu HES haberlerine pek fazla yer vermiyor. Beyza ÜSTÜN hocanın konuşmasını dinlerken ilgili yazıyı okudum ve orada bir site adresi veriliyordu. Adresi tıkladım açılan Web sayfasında Güney Amerika ülkesi olan Bolivya'da da aynı bizdeki gibi HES yapılmak üzere akarsular küresel şirketlere satılır ve orada bizdeki gibi ilk başlarda olayın ne olduğunun farkında olmayan halk daha sonra müthiş bir mücadele verirler. Halk o günkü iktidar ve devletin güvenlik güçleriyle savaşa girişirler. Neyse daha fazla anlatmayayım. Bu yaşananlar bir film haline getirilmiş. Ülkemizde de sinemalarda oynamış. Ama hiç bu filmden söz edildiğini duymadım. Neyse internette araştırdım. Filmin fragmanlarını buldum. Daha sonrada fimi bulup bilgisayara indirip izledim. Bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Aşağıda film fragmanını, filmde anlatılan mücadelenin hikayesini ve Beyza ÜSTÜN hocanın bir vatansever ve bilim insanı olarak bu konuya dikkatimizi çeken yazısı ve konuşmasını bulacaksınız. Ayrıca filmi indirebileceğiniz adresleri de vereceğim. Zaman içinde bu adresler işlerliğini yitirmiş olabilir. O zaman arama motorlarında aratıp bulacaksınız. Su demek vatan demek. Bu topraklar su olmadan ne olur tahmin edin bakalım? O nedenle sularımıza sahip çıkalım. AKP iktidar olmadan evvel çeşmelerimizden akan suları gönül rahatlığı ile içiyorduk. Ama şimdi parayla satın aldığımız pet şişelerdeki kanserojen sulara mahkum edilmedik mi? Çok yakında yağmur sularını bile satacaklar. Önümüzdeki senelerde ülkeler arasında enerji ve su savaşları olacak. Güney Amerika’da da oynanan aynı oyunları izleyin görün...!İyi seyirler...!Film yeni başladı...!

Cochabamba Su Savaşları’nın Öyküsü: “Yağmuru Bile”

HES-3 Dünya çapında her geçen gün daha da büyük bir sorun olmaya başlayan temiz su temini, kapitalizmin bu alandan da kar elde etme hırsı ile bir insan hakkı olmaktan çıkalı çok oldu. Yaşamın kaynağı olan su dünya tekellerince paylaşıladursun, insanlık cevabını yaşam hakkı için mücadele göstererek veriyor. Türkiye coğrafyasında da son zamanlarda yakıcılığını HES projeleri, termik santral projeleri ve bu yolla suyun ticarileştirilmesiyle hissettiren su sorunu sermayenin açık bir savaş ilanıdır. AKP hükümetinin doğayı, insanı ve insan haklarını talan eden azgın neoliberal politikaları, insan için hayati önemi olan suyu meta haline çevirmekte ancak doğanın talanını engellemek için yeni bir mücadele alanı da ortaya çıkmakta. Öyle ki Metin LOKUMCU derelerini sermayenin talanına karşı korurken gövdesini siper etmiş, bu uğurda şehit olmuştu. Termik santrallere karşı direniş başlatan Gerze halkı da benzer bir militanlıkla mücadelelerine devam ediyorlar.

Suyun ticarileştirilmesi süreci dünyanın pek çok bölgesinde çok ciddi direnişlerle karşılaştı. Bu direnişlerden en militanı, ilk su savaşı olarak bilinen Bolivya’nın üçüncü büyük şehri olan Cochabamba’da,emekçilerin öz örgütlenmeleri ile gerçekleşti. Yıl 2000 idi ve çokuluslu tekellere karşı verilmeye başlanan mücadele, 5 ay içinde bir milyon insanı sokaklara dökmeyi başarmıştı. Sokaklarda insanların katledildiği, sıkıyönetim ilanına kadar giden devasa bir mücadele ile Bolivya halkı suyun ticarileştirilmesini durdurmayı başardı.

Yönetmenliğini Ichar Bollain’in yaptığı Even The Rain “Yağmuru Bile” filmi Cochabamba halkının bu destansı direnişlerini konu alıyor. Çok özel bir senaryo ile basitliğe düşmeden mücadeleyi izleyicilere ulaştırmayı başarıyor. Film üzerine konuşmaya geçmeden önce Cochabamba direnişini anlatmak, filmin direnişle olan bağlarını açıklamak ve filmi anlamak için yararlı olacaktır.

Cochabamba Su Savaşları

Bolivya asgari ücretin yüz doların altında olduğu, Latin Amerika’nın en yoksul ülkelerinden birisi. İnka medeniyetinin bulunduğu topraklar olan Bolivya’da özellikle İnka yerli halkı bu yoksulluğu yüzyıllardan beri yaşamakta. Beş yüz yıldır emperyalizmin ayaklarının altında kıvranan halklar kölelikten modern köleliğe uzun bir sömürü tarihine sahip.

Suyun ticarileştirilmesinin Bolivya’da uygulanmaya konulmaya çalışılması 90’lı yılların sonuna tekabül ediyor; 1997-2001 yılları arasında iktidarda bulunan başkan Hugo BANZER tarafından Dünya Bankası’nın talimatları üzerine hızlı bir şekilde başladı. 1999 yılında ilk özelleştirme gerçekleşti. Özelleştirmelerin hemen ardından toplumsal muhalefet yükselmeye başladı. 2000 yılının Nisan ayında suları ilk olarak özelleştirilen Cochabamba’da baş gösteren isyan dalgası, 2005’te La Paz’da sürdü.

Yarı çöl olan Bolivya’da büyük çoğunluğu yoksul olan köylülük için hayati önemdeki su, şehirlerdeki büyük orandaki işsizlik ve düşük ücretli çalışma koşulları ile toplumun emekçi kesimini birleştirdi. Talepler su hakkının yanında işsizliğin son bulması ve düşük ücretlerin yükseltilmesi olarak genişledi. Ülkenin tüm şehirlerine yayıldı. Özelleştirme sonucu aylık su gideri %300 artışla 20 dolara ulaştı; yani dört kişilik bir ailenin bir aylık yiyecek giderine. Bunun üzerine köylüler dağlardaki kaynaklardan köylerine kilometrelerce hendekler kazarak bedava su kullanma yoluna gitmeye başladılar ancak özelleştirme yasası yağmur suyunun biriktirilmesini dahi yasaklıyordu. Çünkü yağmur suyu özelleştirilmiş olan su havzalarına gidecekti ve köylüler tarafından tutulması, şirketin “özel mülkiyeti” haline gelmiş olan bir malı çalmak anlamına geliyordu. Şirketler, nehirlerle birlikte bulutları da satın almış bulunuyorlardı.

Bolivya emekçileri için gerçek bir isyan ilmek ilmek örülmeye başlandı. Ocak ayında “La Coordinardora de Defansa del Agua y del la Vida” yani “Suyu ve Doğayı Savunma Birliği” adını verdikleri bir örgütlenme ile beş ay içerisinde bir milyon kişiye ulaştılar ve Şubat’tan Nisan’a kadar birçok militan eyleme imza attılar. Şehir meydanında toplanıp aylardır ödemedikleri su faturalarını yaktıktan sonra özelleştirmelerin geri çekilmemesi halinde ülkede hayatı durduracaklarını ilan ettiler. Ulaşımın tamamen durdurulduğu şehirde Şubat ayında sıkıyönetim ilan edildi. Polis sokaklarda gerçek mermilerle eylemci avladı. Üç kişinin öldürüldüğü eylemlerden sonra şirket, su idaresini çalışanları ile birlikte devretti. Ancak özelleştirme yasası halen geri çekilmemişti. Hükümetin uzun süre askeri tehditler savurmak dışında kitlelerin taleplerine sessiz kalan tavrı karşısında emekçiler 4 gün boyunca şehrin tüm yollarını kapattılar. Çatışmalar bir ay içinde milyonlarca Bolivyalının Cochabamba’ya yürümesine neden oldu. Ülke genelinde bir günlük genel grev ilan edildi. Ve en nihayetinde emekçiler savaşı kazandı ve özelleştirme yasalarını geri çektirdi.

Bu arada belirtmekte fayda var Bolivya sularını mülkiyetine alan şirketler Bechtel Holding’e ait. Holdingin başındaki isim ise Ronald REAGON’ın sekreterlerinden olan George SHULTZ. Bechtel, ABD’nin Irak yıkımından sonra yeniden inşa sürecinde 650 milyon dolarlık bir anlaşmaya imzasını atmış durumda. 140 ayrı ülkede 190 bin projesine sahip bu çokuluslu tekel, 200 su ve atık su anlaşmasından milyonlarca dolar kazanıyor.

Yağmuru Bile “Even The Rain"

Filmi bilgisayarınıza indirebilirsiniz (TORRENT)  FİLMİ İNDİR

TORRENT ADRESİ :http://ca.isohunt.com/download/313182225/Even+the+Rain.torrent

FİLM DOSYASI 2.16 GB Büyüklüğünde 6 Dosya içeriyor

TÜRKÇE ALT YAZI :     İNDİR

ALT YAZI İNDİRME ADRESİ : http://divxplanet.com/sub/s/210830/Tambin-la-lluvia.html

Temmuz ayında Türkiye’de çok az sinemada gösterime girebilmiş “Yağmuru Bile” filmi, bir film ekibinin Bolivya’ya gitmesiyle başlar. Film, Kristof KOLOMB’un Amerika’ya gelişiyle başlayan sömürgeleştirmeyi anlatacaktır. Kızılderililerin köleleştirilmesine karşı gelen bir rahibin hikayesini de imparatorluğa karşı gelen Kızılderililerin direnişi ile birlikte anlatmayı hedeflemektedir yönetmen. Ancak yapımcılar Kızılderililer yerine hem onlara fiziksel olarak çok benzeyen hem de çok ucuza çalıştıkları için Bolivya’ya gelip İnkalıları günde 2 dolara oynatmaya karar vermişlerdir.

Yapımda 500 yıl önce altın için gelen “beyaz adam”ın yerlileri köleleştirmesine karşı duran Kızılderili’yi canlandıran Daniel aynı zamanda su mücadelesinin önde gelenlerinden militanlarından biridir.Bu nedenle devamlı olarak yönetmen tarafından film için önemli bir rol oynadığı gerekçesiyle üç hafta eylemlerden uzak durması konusunda uyarılmaktadır.

Ancak Daniel, çocukları için mücadele etmek zorundadır ve bütün eylemlerde en önde yürümektedir. Daniel’in filmde her iki mücadele içinde de lider olarak resmedilmiş olması filmin asıl temasını ortaya çıkartıyor; altın için köleleştirenler modern zamanlarda suyu çalanlarla aynıdır ve beş yüz yıldır insanlığın sömürüsü devam etmektedir! Gerçek hayatla film içinde anlatılan sömürü öyküsü birbirlerine film boyunca öylesine sıkı bağlıdır ki izleyici kendisini imparatorluklar çağından 21. yüzyıla bağlayan bir zaman tüneli içerisinde bulur.

Film içinde film örgüsü halinde devam eden sahneler, çok büyük bir incelikle verilirken beş yüzyıl öncesi ile 2000 yılı birarada müthiş geçişler yaparak yansıtılmıştır. Filmden birkaç sahne ile açıklayalım.Çekimler sırasında Daniel’in de aralarında bulunduğu Kızılderilililerin yakıldığı bir sahne çekildikten sonra verilen arada, Kızılderili kostümleri içindeki Daniel film setine gelen polislerce tutuklanmaya çalışılır. Fakat yerli oyuncular (aslında aynı zamanda her biri su mücadelesinin bir parçası olan yerliler), bir direnişle Daniel’i polisin ellerinden kaçırmayı başarırlar.

Bir başka sahnede ise çekimler esnasında kucaklarında bebekleri ile kadınların, kendilerini köpeklerle takip eden askerlerden kaçarken nehirde bebeklerini boğmaları istenmektedir. Yönetmen her ne kadar boğma sahnesinde oyuncak bebeklerin kullanılacağından bahsetse de kadınlar oynamayacaklarını Daniel aracılığıyla yönetmene iletirler. Çocuklarını hiçbir şey için tehlikeye atmayacaklarını söyleyen İnka kadınları, kendilerinden çok daha başka değerlerle, para üzerine kurulmuş hayatlar yaşayan film ekibini hayretler içerisinde bırakırlar. Ekip, bu süreçte çevrelerinde olan bitenlerden etkilenmekte, taraf seçmeye mecbur kalmaktadır. Her kuruşun hesabını yapan yönetmen (Luis TOSAR) ve yardımcı yönetmen (Gael Garcia BERNAL) ve oyuncular insanların yoksulluğunun karşısında üzülmekte ancak kendi burjuva yaşantılarına dokunmayacak şekilde uzaktan izlemekte hatta çatışmalardan korkmaktadırlar. Karşılaştıkları her engeli para ile aşmaya çalışmakta ve filmi çekerken karşılaştıkları her zorluğu bu yolla aşmaktadırlar. Örneğin Daniel’in bir çatışmadan sonra tutuklanması ile birlikte polise para teklif ederek çekimler için Daniel’in çok önemli olduğunu bu nedenle salıverilmesini talep ederler polis şefi ise çekimler bittikten sonra Daniel’i geri alacağını söyler. Yönetmen ise böyle bir pazarlığı kabul eder çünkü onun için milyonlar yatırdığı filmin bitmesi, Daniel’in özgürlüğünden çok daha önemlidir. Daniel’i “kurtaran” beyaz adam, neden filmi riske attığını sorar ve Daniel yanıtlar: “Anlamıyorsunuz, su hayattır.”

Cochabamba halkının başlattığı Bolivya sathına yayılan direnişin tam ortasında kalan film ekibi can güvenlikleri olmadığını düşünerek uzaklaşmaya karar verirler. Yollar eylemciler tarafından kesilmiş, ulaşım tamamen durmuş, hükümet sıkıyönetim ilan etmiştir; sokaklarda çatışmalar devam etmekte insanlar vurulmakta, insanlar çatışmakta, insanlar kazanmaktadır… Küçük burjuva tavırlarıyla oyuncular sokaklardaki vahşete öfke duysalar da ülkeyi terk ederek kendilerini kurtarmanın peşine düşmektedirler. Aynı anda yönetmense ağır yaralı olan Daniel’in kızına yardım etmek için eylemlerin tam ortasından geçmekte, kadınların eteklerinde topladıkları taşlarla barikat kurduğuna tanıklık etmektedir. Yönetmen, gördükleri karşısında günlüğü 2 dolara çalıştırdığı insanların hayata tutunma savaşına tanık olmaktadır.

Ve veda vakti gelmiştir. Çatışmalar son bulmuş, sokaklar derin bir sessizliğe gömülmüştür. Yönetmen, Daniel’e bundan sonra ne yapacağını sorar cevap bellidir; “Hayatta kalmaya çalışacağım. En iyi yaptığım şeyi yani” der. Küçük burjuva hayatına kaçan yönetmen, kalıp mücadele etmek zorunda kalan bir emekçi ile yüz yüzedir. Özellikle bu sahneyi izlerken fark ediyorsunuz; gitme şansı ve imkanı olanlar değil, kalıp savaşmak zorunda olanlar dünyayı değiştiriyorlar.

Bolivya halkı 2000 yılında verdiği bu destansı mücadelenin iyi bir senarist olan Paul LAVERTY’nin (Özgürlük Rüzgarları, Ekmek ve Güller, Ülke ve Özgürlük filmlerinin senaristidir) konuya sıra dışı yaklaşımı sayesinde çok çarpıcı bir film ortaya konulmuş.

‘Yağmuru Bile’ mutlaka izlenilmesi ve izletilmesi gereken bir film olmakla birlikte mücadelenin biraz yüzeysel aktarıldığını belirtelim. Mücadele filmde film ekibinin ve yönetmenin tanık olduğu kadarı ile gösteriliyor. Daniel’in hayatı da aynı yüzeysellikle geçiştiriyor. Bu nedenle gerçekten Bolivya’da ne olduğunu bilmeyen bir izleyici için detaylar silinip gidebilir.

Filmi izlerken Gerze halkını, Hopa halkını anımsıyor; sermayeye karşı verilen insanlık mücadelesini gözlerimizin önünden geçiriyoruz. Amerika’dan Ortadoğu’ya, Daniel’den Metin Lokumcu’ya…

“Su”yu Korumak – Beyza Üstün

1970′li yıllarda antropojenik etkilerle (insan aktiviteleri   ile) tahrip olmaya başlayan sucul ekosistemler (akarsular, göller,lagünler, denizler), l992 yılında alınan uluslar arası kararlarla kapitalizmin kıskacına sokularak kalitesini giderek daha çok yitirdi. Rio De Jenerio da BM Çevre ve Kalkınma Konferansında “Sürdürülebilir Kalkınma” Stratejileri Çevre Koruma Stratejileri olarak kabul edildi (Şekil 1), aynı yıl Dublin’de yapılan BM Su ve Çevre Konferansında ise su ekonomik mal olarak tanımlandı.

HUNUT HES-2

 

Sürdürülebilir kalkınma stratejisinde kalkınma, sınır tanımazken, sermaye birikiminin gereklerinin doğa ve toplum koruma stratejileri ile dengede ve eşdeğer kılınabileceği iddiası,

•  üretim atıklarının doğal sulara kontrolsüz (arıtılmadan) deşarjı,

•  üretimde kullanılan suyun ekosisteme vereceği zarar hiçe sayılarak kontrolsuz doğal sulardan çekilmesi,

sulak alanların kirlenmesine ve su miktarlarının azalmasına neden oldu. “sürdürülebilir kalkınma”, “kirleten öder” perspektifinde oluşturulan çevre yasa ve direktiflerinde doğal ortama verilmesi için atıklara deşarj standartları tanımlandı böylece kirletme hakkı kirleticiye verilerek bu hak yasallaştırıldı. Çevresel etkileri denetlemekle sorumlu kurumların sorumluluklarını yerine getirmemesi, eksik getirmesi (arazi kullanımlarındaki kaçak yapılaşma, kontrolsüz endüstrileşme gibi uygunsuzlukların, atık su arıtımlarının denetlenmemesi gibi, tamamlanmayan atık su kanalları gibi) yada su havzalarını havza korumadan çıkararak yapılaşmaya ve endüstrileşmeye açma gibi yetkisini aşan kararlar alması sonucunda pek çok sulak alan kurudu, yok oldu.

Endüstriyel olarak üretilen pamuğun Aral Gölünü yok etmesi, Türkiye’de Afyonkarahisar Eber Gölünün, Tuz Gölünün kuruması, Konya ovasının sulaması için kanalla Beyşehir gölünden su çekilmesi sonucunda gölün giderek küçülmesi sürdürülebilir kalkınma stratejileri sonucunda doğanın ve sucul sistemlerin tahribatının örnekleridir.

Ramsar Uluslar arası Kuş Alanı olan sucul ekosistemler kirlenme nedeniyle artık kuşlara ev sahipliği yapamaz duruma gelmiştir. Manyas, Kızılırnak Deltası,Sultan sazlığı,Göksu Deltası, Gediz Deltası, Burdur Gölü, Küçükçekmece Lagünü gibi pek çok sucul sistem kirlenmenin sonucunda barındırdığı türlerini yitirmektedir.

image001 

Şekil 1. Sürdürülebilir Kalkınma İlkesi Şematik Gösterimi

HES 1992 de alınan diğer karar gereği suyun “ticari mal” olarak tanımlanması sucul ekosistemin üstündeki atık baskısını ve suyun metalaştırılması süreci hızlandırdı. “Su tükeniyor”, “Tüm dünyada suya erişim azalıyor” gibi bildik senaryolarla bu süreç hızlandırıldı. Birleşmiş Milletlere bağlı kuruluşlarda görevli bilim insanları; suyla ilgili çalışanların veriler, suyu kullananlar; nüfusun artışı, üretimin artış hızı, suyun kullanım hızındaki artış ve suyun giderek kirlenmesindeki artış yaklaşımlarından yola çıkarak dünyadaki temiz suya erişim senaryoları üretti. Bu senaryoların sonuçlarında görüldü ki en iyimser 2050′de dünya temiz suya erişimini tamamlayacak. Senaryoyu bugünkü sonucuna taşıyan asıl etkinin kalkınma adı altında suyu daha çok kullanan ve daha çok kirletenlerin ağır sanayiler gibi, savaş sanayisi gibi doğanın baş edemediği atığı üreten ancak toplum için de gereklilikleri tartışılır üretimlerin de içinde olduğu sermayenin olması göz ardı edildi yada bu etki önemsizleştirildi. Bu senaryoların ardındaki gerçeği; Prof. Dr. Türkel Minibaş 2007 de ”Globalizmde suyun ekonomi politiği” başlıklı tebliğinde “Neo-klasik iktisadın vazgeçilmez örneğinin ardında yeryüzü kaynaklarının “kıt“ olduğu dolayısıyla ederinin belirlenmesi gereken “ticari bir mal“ olduğunun kabul ettirilmesi vardır.” diyerek   belirtmektedir ve bunda, elmas gibi kıymetli taş, maden, enerji kaynaklarının bulunduğu ülke halklarına kendi kaynaklarına sahip çıkmak ile yaşam için zorunlu ihtiyaçların karşılanması; yani hayatta kalma kavgası arasında tercih yapmak zorunda bırakıldığının da iknası olduğunu belirtmektedir.

Suyun ticarileştirilmesi GATS sözleşmesinde de yerini aldı. GATS’a göre;

•  Erişilebilir su kaynaklarının kimin yönetim ve denetiminde olacağı

•  Kullanılabilir suyun hangi kanallarla tüketiciye ulaştırılacağına dair üretim, pazarlama ve dağıtım yetkisinin kimde olacağı

•  İçme suyunun üretim ve dağıtımının kimin tarafından ve nasıl yapılacağına

dair anlaşmalarla piyasa ekonomisine bırakıldı.

Suyun ticarileştirilme süreçlerinin en önemli hamlesi BM koordinasyonunda 1996′da Dünya Su Konseyi de kurulmasıdır. 1997′de ilk Dünya su forumu düzenlendi; ardından 2000′de Lahey’de, 3 yıl arayla 2003 de Kyoto’da, 2006 da Meksika’da, ve 5.si 2009′da Türkiye’de gerçekleştirildi.

Lahey’de (2000de) açıklanan Dünya Su Forumu hedeflerine göre;

•  Sulu tarım sınırlandırılmalı,

•  Uluslararası havzalarda işbirliği sağlanmalı,

•  Suyu yöneten kurumlar reforma tabi tutulmalı

1992 de Dublin’de başlayan Dünya Su Forumları ile sürdürülen süreçte su sermayenin kullanımına mal olarak da sokuldu. Suyun Ticarileştirilme süreci BM Dünya Su Konseyi organizasyonunda su şirketleri ve yerel idarelerle yürütülmektedir. Yerel ölçekte hedef doğal su kaynaklarının kullanım hakkının şirketlere devri, doğa ve canlı yaşam göz ardı edilerek suyun sermayenin emrine verilmesidir. Bu durum “Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi”nin yarattığı sonuçların üstünde daha geri dönülmez tahribatlar yaratacaktır.

Su üzerinde oynanan oyunların sonucunda “ülkeler arası” savaşların yerini “suya erişenler ile suya erişemeyenler arasında” yaşanacak sınıf savaşları sosyolojik sonuç olarak görünmektedir.

Suyun metalaştırılması Akarsulara ve göllere daha çok müdahalenin önünü açacaktır. Daha çok baraj ile su gereğinde kullanıma hazır bekletilebilir,   ölçülebilir ve fiyatlandırılabilir taşınabilir kılınacak, Melen, Kızılırmak’ta olduğu gibi akarsular başka bölgelere taşınabilecektir. Müdahale edilen ekosistem ise temizsudan yoksun kaldığı için barındırdığı türlerini yitirecek, daha çok kirlenecek, daha hızlı yok olacaktır. Bu yok oluş besin zincirinin ucundaki tüm canlı yaşamı aynı etkide tehdit edecektir.

Çevre koruma stratejisi sürdürülebilir kalkınma stratejisi yerine doğanın sürdürülebilirliği olmalıdır (Şekil 2). Bu kozmik yaklaşımla “Doğa” çevresel tehditlerden korunursa içinde yaşayan toplumun da yaşam kriterleri sürdürülebilir olur. Ekonomi de toplumun temel gereksinimlerine uygun başka bir deyişle kullanım değerlerine göre üretimi kapsayacağından   sistemin bütünü sürdürülebilir kılınır. Bu perspektifte üretimde değişim değerleri ve sermaye   birikiminden bahsetmek mümkün değildir. Gereğinden fazla üretim yapılamayacağı için gereğinden fazla su tüketimi olamayacaktır ve üretimlerin çevresel etkileri de doğaya zarar vermeyecek şekilde kontrol altında tutulacak, azaltılacak, etkisizleştirilecektir.

image010

 

Şekil 2. Doğanın Sürdürülebilirliği Şematik Gösterimi

İnsanlar, bitkiler, hayvanlar, mikro organizmalar kısaca tüm canlılar susuz yaşayamazlar. Su; cansız yapıdan mineralleri çözerek içinde barındırdığı tüm canlılara besi maddesi olarak taşıyarak doğada cansız sistem ile canlı sistem arası geçişi sağlar. Ekosistemdeki su döngüsü suyun bu hizmetlerini sonsuz yapmasını sağlar. Suyu doğanın kullanımı için toplayan, biriktiren ve canlı cansız tüm bileşenlerin kullanımına sokan bölgelerdir su havzaları. Coğrafi olarak tanımlanırsa su havzası; yağmurun yağış halinde düştüğü en üst kot ile Dere, nehir, göl ve denize ulaşmasına kadar yolculuk ettiği karasal alanı, suyun toplandığı yüzeysel suları (göl, dere,nehir vb.) ve bu bölgenin altındaki yer altı katmanını kapsar. Doğayı korumak suyu korumakla mümkündür. Suyu korumak ise su havzalarının arazi kullanımının çevresel tahribat yaratmayacak şekilde planlanması ile mümkündür.

Su havzalarının yeşil dokusu (ormanlar, meralar) suyun; havzada daha uzun süre kalmasını, suyun içinde bulunan organik maddeler gibi,ve   ağır metaller gibi inorganik kirleticilerin bitki bünyesine alınarak doğal olarak sudan ve topraktan uzaklaşmasını, kökleri ile tutarak taşınımını engellediği toprak yardımıyla suyun rafine edilmesini böylece yer altı su akiferlerinin ve yüzeysel suların temiz suyla beslenmesini sağlamaktadır. Yeşil doku fotosentez yaparak havanın oksijence zenginleşmesini, yaprakları ile atmosferdeki kirleticileri absorplayarak havanın temizlenmesini sağlar. Bu nedenle su havzalarındaki yeşil doku hem doğal arıtım sistemleri hem de doğal barajlardır. 

image013

Şekil 3. Doğal Su Döngüsü 

su Sonuç olarak suyun piyasada fiyatlandırılabilir alınıp satılan bir mal olmadığı ve sermaye birikiminde kullanılmaması gerektiği ortadadır. Sürdürülebilir kalkınma stratejisi ve suyun ticarileştirilmesinden vazgeçilerek Doğanın sürdürülebilirliğinin esas alındığı çevre koruma stratejisi uygulamaya sokulmalıdır. Böylece su yüzyıllardır yaptığı döngüsünü de eksiksiz tamamlayabilecektir (Şekil 3). Havzada yeşil doku mutlaka korunmalıdır. Su havzalarında arazi kullanım esasları da su döngüsünün bozunuma uğramayacağı, sucul sistemlerin kirlilik tehdidi altına girmeyeceği şekilde planlanmalı ve uygulanmalıdır.

Suyun uygarlıklar boyunca, doğayı koruma ve tüm canlıların sağlıklı yaşamlarını sürdürmedeki rolünün devam etmesi, çevre koruma stratejilerinin “doğanın sürdürülebilirliği” esas alınarak yeniden kurgulanmasına bağlıdır.

Su; doğanın, canlı cansız tüm sistemin devamlılığında temel unsurdur. Bir başka deyişle Su doğanın güvencesi ve koruyucusudur. Bu nedenle suyun yatağı olan su havzaları da koşulsuz mutlak korunmaya alınmalıdır.

GATS: Hizmet Ticareti Genel Anlaşması

http://www.coservation-ontario.on.ca./source_protection/files/watercycle.html

ustun@yildiz.edu.tr

YAZAN :

Beyza Üstün
Prof. Dr. Yıldız Teknik Üniversitesi İnş. Fak. Çevre Müh. Bölümü, Çevre Teknolojisi Ana Bilim Dalı

http://www.dogavetoplum.web.tr/s01/2.3.html  (Yazının yayınlandığı web sayfası)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Size çarpan araç faili meçhul ise

RON CLARK STORY

BAŞKA BİR İSTATİSTİK