FBI ile "Önleyici Dava" Kardeşliğinden Vesayete









Dostlar emekli olmadan önce ve emekli olduktan sonra yani yaklaşık 20 senedir çalışmalarını takip ettiğim ve yazdıkları hemen hemen bütün kitapları severek okuduğum bazı yazarlar var. Bu yazarların başında da Soner YALÇIN geliyor. Soner YALÇIN, sevgili Uğur MUMCU’nun varisi olarak gördüğüm en önemli araştırmacı gazeteci ve yazarlarındandır. Dolayısıyla ODA TV internet sitesi künyesine baktığınızda da  İMTİYAZ SAHİBİ : Soner YALÇIN, YAYIN KOORDİNATÖRÜ : Doğan YURDAKUL, SORUMLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ: Barış PEHLİVAN, HABER MÜDÜRÜ: Barış TERKOĞLU isimlerini görürüz. Bu isimlerin her birinin biyografilerine bakalım…

Soner YALÇIN : 1987'de "2000'e Doğru" dergisinde gazeteciliğe başladı. Ardından, 1995 yılına kadar "Aydınlık" gazetesinde çalıştı. Daha sonra "Siyah Beyaz" gazetesi, Show TV, Star TV gibi kuruluşlarda görev aldı. Bir süre "Sabah" gazetesinin yazı işleri müdürlüğünü yaptı. Yabancı gazetelerde makaleleri yayımlanan, çeşitli yerli ve yabancı belgesellere katkıda bulunan Yalçın, CNN Türk’te de çalıştı. Show Tv'de ve Kanal D'de 2003-2005 yılları arasında yayınlanmış olan Kurtlar Vadisi adlı dizinin ve Kanal D'de yayınlanan Sağır Oda adlı dizinin "Konsept Danışmanlığı" görevini de üstlenmiştir. 2007 Şubat ayından itibaren Hürriyet gazetesinde pazar günleri ilginç tarihi olaylar konulu yazılar yazmaya devam ediyor. Soner Yalçın'ın Binbaşı Cem Ersever'le Aydınlık'ta yaptığı röportaj gazetecilik hayatının dönüm noktası oldu. Cem Ersever'le röportaj daha sonra Soner Yalçın ve Hikmet Çiçek kaleminden kitaplaştırılmıştır.
KİTAPLARI: "Bay pipo", "Bu Dinciler O Müslümanlara Benzemiyor", "Siz Kimi Kandırıyorsunuz!", "Binbaşı Ersever'in İtirafları", "Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı"," Efendi 2: Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı", "Reis: Gladio'nun Türk Tetikçisi", "Teşkilat'ın İki Silahşoru", "Behçet Cantürk'ün Anıları"

DOĞAN YURDAKUL : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Paris Sorbonne, Vincennes ve Cenevre üniversitelerinde lisansüstü öğrenim gördü. “Yenigün”, “Ulus”, “Vatan”, “Aydınlık”, “Evrensel”, “Siyah-Beyaz”, “Günaydın” gazeteleri ile “Kim”, “Yön” ve “Devrim” dergilerinde çalıştı. “32. Gün” adlı televizyon programının Ankara temsilciliğini yürüttü. 35 yılın ardından emekli oldu. 1998’den bu yana yaşamını çevirmenlik yaparak ve kitap yazarak sürdürüyor.
KİTAPLARI: Bay Pipo, Reis, Sırların Kavşağında
SORUMLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ: Barış PEHLİVAN, HABER MÜDÜRÜ: Barış TERKOĞLU ise aynı Soner YALÇIN ve Doğan YURDAKUL ‘un genç kopyaları. Özellikle Barış TERKOĞLU müthiş. Yakaladığı haber ve yazdığı yazılara bakarsanız hiçde onlardan aşağı kalır yanı olmadığını görürsünüz.
Şimdi gelelim bu isimlerin neden tutuklanıp Silivri’ye ERGENEKON tertibine dahil edilme sebeplerine. Ben hergün muntazam olarak ODA TV sitesini takip ederim. Geçtiğimiz günlerde yani 14. Şubat .2011 tarihinde ODA TV sitesinde aynı gün arka arkaya videolar ve yazılar yayınlandı. Neydi o videolar ve Yazılar? Başlıkları şöyle 

VİDEO ZİR VADİSİ

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek

 

VİDEO2

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek,


VİDEO3

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek,


İŞTE AMERİKALILAR’IN ERGENEKON POLİSLERİNE VERDİĞİ EĞİTİMİN BELGESİ

Bu görüntüler Ergenekon Davası’nın kaderini değiştirecek


Bütün bu videoları ve yazıyı görünce hemen içimden geçirdim şimdi ortalık karışacak demeye kalmadı ertesi gün televizyon kanallarında tutuklanma haberlerini duymakda gecikmedim. İşte o günlerde e postama aşağıdaki AÇIK İSTİHBARAT’ın yayınladığı yazı geldi. Yazıyı okudum ve yazıda yazılanları araştırmak için İNTERNET’te araştırma yaptım. Bütün o günlerden günümüze olan olalayların bütün gerçekliği ile çırılçıplak ortada olduğunu gördüm. Bütün bu olanların  ABD nin yazıda adı geçen kurumlarının İnternet Sitelerinde açık açık ABD Devlet Politikası olduğunun beyan edildiğini gördüm. Bütün olan bitenlerin bunları doğruluyor olması ama ne gariptirki bizim devlet adamları ve politikacılar bunları hep yalanlıyor yada inkar ediyorlar. Ama ABD nin ADALET BAKANLIĞI ve ABD ANKARA BÜYÜKELÇİLİĞİ sitelerine inanmassanız sizde  bakın. Birde tabii ne zamandır yayınlanan WikiLeaks belgeleride var…

BOZULMASI GEREKEN TERTİPLER VAR

Kim bozacak? Tabiki sizler…!
Taaa… 1993 de Soner YALÇIN’ın yayınladığı kontrgerilla gerçeğini aydınlatan kitabı “Binbaşı Cem ERSEVER’in itirafları” adlı kitabı aklıma geldi. Bu gün de ODA TV de Soner YALÇIN’ın hapisaneden gönderdiği bir yazıyı okurken aynı şeyleri düşündüğümüzü gördüm. O  “BOZUN ŞU ALÇAKÇA TERTİBİ BU ÜLKE BUNA LAYIK DEĞİLDİR” yazısınıda sizin mutlaka okumanızı tavsiye ederim. Aşağıda da AÇIK İSTİHBARAT ‘ın e-postama gelen yazısını bulacaksınız. Mutlaka okuyun. Daha sonrada bir düşünün bakalım. Türkiye Cumhuriyeti bağımsız bir devlet mi? Yoksa ABD nin bir eyaletimi? Bizim TBMM, CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN ve BAKANLAR niye varlar? Eğer bir ABD savcısı neredeyse bu ülkeyi yönetiyorsa . Bu ABD Savcısının emrinde 8 tane Türkiye Cumhuriyeti Savcısı da varsa (Türkiye de emrinde CIA veya FBI ajanları da varsa? ki mutlaka var…) diyecek bir şey yok bence….


BOZUN ŞU ALÇAKÇA TERTİBİ BU ÜLKE BUNA LAYIK DEĞİLDİR
soner_yalcin Hafta sonundan (19 Şubat) itibaren başımıza gelenlerle ilgili yazılanları, TV’lerde yapılan yorumları takip etmeye başladım.
Ancak kendime şaşırdım. Çünkü, sanki gündemdeki Soner Yalçın ben değildim. Gelişmeleri sanki dışarıdan biriymiş gibi seyrediyorum.
Ayrıca:
Sanki başka bir zaman diliminde yaşıyorum.
Yıl 1993.
Türkiye’nin neredeyse bir iç savaş yaşadığı dönemde habercilik yapmak gerçekten zordu. O güne kadar kamuoyunda korkutucu bir “kontrgerilla” kavramı vardı. Yani bugünün bilinen adıyla “Derin devlet!”
Türkiye’deki faili meçhul cinayetleri kontrgerillanın işlediği, kamuoyunda yaygın bir kanıydı. Fakat o tarihlere kadar bu sadece bir savdı.
Bu iddianın gerçekliğini bir kişi yaşadıklarını anlatarak ispat etti; Binbaşı Ahmet Cem Ersever.
Öyle bilgiler verdi ki bana “kontrgerilla”, “derin devlet” olgusunun ne olduğunu eylemler temelinde öğrendim. JİTEM’i, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ı, Musa Anter, Vedat Aydın, Halit Güngen gibi o güne kadar faili meçhul kalmış cinayetleri…
Ayrıntıya girmeyeyim. Bunları “Binbaşı Ersever’in İtirafları” kitabında anlattım. Ersever öldürülünce, bana anlattıklarının hepsini bu kitabımda yazdım. “Kontrgerilla”, “derin devlet” olgusunu bütünüyle ortaya çıkarmıştım. Deyim yerindeyse “bombayı patlatmıştım.”
Kitap yayınlandı.
Ne oldu biliyor musunuz?
Hiçbir yayın organında yer bulmadı. Ayrıca dönemin Kürt sorunu hakkında yoğun haberler yapan “Özgür Gündem” gazetesi ve bazı Kürt milletvekilleri beni gündemi değiştirmekle itham ettiler.
O günlerde gündem neydi şimdi anımsamıyorum bile. Yedi yıllık gazeteciydim, bu tepkilere şaşırmıştım. “nasıl yani, bunlar kitabı okumadılar mı?” diyordum. İşte ilk bu olayla anladım.
Siz aslında o güne değil, tarihe yazıyorsunuz. İnsanların gerçekleri görmesi, anlaması için zamana ihtiyaçları oluyor.
Silivri 4 Nolu L tipi Cezaevi F-2 koğuşundan yazıyorum bu satırları.
Hep istedim ama hayatım boyunca romantik olamadım. Gazetecilik mesleği nedeniyle belki de hep gerçekçi kaldım. Hep olgular peşinde koştum. Haberler beni nereye götürdüyse oraya gittim. Bildiğimi, gördüğümü yazdım. Kalemimi hiç eğmedim. Kuşkusuz bedeller ödedim ama takdir de gördüm.
Ve fakat bu konuda yanıldım; devletin bir tertip düzenleyeceğini öngöremedim. Herkes söylüyordu, “Gazetecilikte ısrar edersen seni cezaevine atarlar”
Kalemimi kırmamı teklif ediyordu aslında yakın çevrem. Nasıl yapabilirdim bunu?
Yapmadım. Zaten yapamazdım; Gerçeğe aşıktım. Doğrunun peşinden koşmayı sürdürdüm.
Sonuç?
Silivri cezaevindeyim. Ama biliyorum ki Silivri Cezaevinde yatan “terörist” ben değilim. Ellerine kelepçe vurulan “terörist” ben değilim.
Silivri cezaevinde Türk basını yatıyor. Bu mesele benim kişisel bir meselem değil. Öldürülen, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu muydu? Hayır, biz gazetecilerdik öldürülen, cezaevine atılan, kapı önüne konulan. Niçin? Haber yaptığımız için.
Mesele bu kadar nettir. Bu cinayetleri kişiselleştirebilir miyiz?
Evet. Türk basını büyük bir imtihan verecek. Ya her bedeli ödeyerek özgürlüğüne sahip çıkacak, ya da yok olacak…
Bakınız…
Farklı siyasal görüşlerde olabiliriz. Birbirimizi yazılarımızla kırmış da olabiliriz. Ama mesele bunlar değil. Biz gazeteciler bunu kendi içimizde hallederiz. Şimdi mesele nasıl bir ülkede yaşadığımız gerçeğidir.
Ya insan kalmayı sürdüreceğiz ya da korkak bir akrep gibi yaşayacağız. Karar aslında sizin. Ben insan olmayı seçtim ve bundan geri adım atmayı hiç düşünmüyorum.
Beni-bizi kimse merak etmesin, bizim için endişelenmesin. Biz bu soğuk dört duvara dayanırız.
İçeri atılan Soner Yalçın değildir. Hepinizin onurudur, vicdanıdır, özgürlüğüdür.
O halde…
Bozun şu alçakça tertibi. Bu ülke buna layık değildir.
Soner Yalçın
Odatv.com
 

AÇIK İSATİHBARAT YAZISI :

 FBI İLE “Önleyici Dava” KARDEŞLİĞİNDEN VESAYETE

11 Eylül süreci ile birlikte ABD merkezli olarak "önleyici savaş" kavramı ortaya atıldı. Bu kavramın alt başlığı olarak FBI, "önleyici dava" kavramını geliştirdi.
Bu kavram; suç işlememiş ama işlemesi  olası olduğu düşünülen insanların, aralarına sokulacak ajanlar vasıtası ile birbirleri ile "tanıştırılıp" (Bkz: Tanıdığının tanıdığı üzerinde örgüt üyesi olunan Ergenekon davası) , biraraya gelecekleri "ortak dava" ortamları yaratılmasını ve bu ilişkiler ağı olgunlaştığı noktada bu insanların "örgüt suçlaması" ile toplanmasını öngörüyordu.
ABD bu davayı kendi ülkesinde; bir ABD üssüne pizza dağıtan Türk ve arkadaş çevresi üzerinden denedi. Almanya'da Türkiye'de istihbaratla bağlantısı olduğu iddia edilen bir Türk ve arkadaş çevresi üzerinden bir "bombacı ekip" yaratarak bunu denedi (Bkz: Kadir T ve Sauerland çetesi) . FBI'ın "önleyici dava" kavramını mükemmelleştirip uyguladığı son noktayı ise tahmin edebilirsiniz.
Devletimiz içinde birilerinin ABD Devleti ile önleyici dava pratiği yaptığına artık eminiz.
Siz emin değilsiniz; Arslan Bulut'un son günlerde yayınladığı aşağıdaki yazıları ard arda okuyun. Türk yargısı üzerindeki ABD vesayetinin geldiği nokta konusunda şüpheniz kalmayacaktır.
Açık İstihbarat
Adalet Bakanlığı'nda ABD'li Bir Savcı - 26 Haziran 2010
Abant Platformu’nun bu yılki “Vesayet ve Demokrasi” konulu toplantısında konuşan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Anayasa Mahkemesi’nin geçmişteki parti kapatma kararlarını hatırlatarak Türkiye’de demokrasinin vesayet altında olduğunu son 30 yıl içindeki diğer örnekleriyle anlattı.
Ergin,
“Anayasa değişikliğinin en önemli amacı, vesayet rejimini sona erdirmek, demokrasiye vurulan zincirleri kırmak, cunta zihniyetini tarihin karanlık sayfalarına gömmek ve tam demokrasiyi tesis etmektir”
dedi.
* * *
Şimdi Adalet Bakanı’na bir bilgi sunacağım.
Gazeteci Yılmaz Polat’ın son kitabı “CIA Pençesinde Açılım”, Ulus Dağı Yayınları arasında çıktı.
Kitabın 163 ve 164’üncü sayfalarında aynen şu bilgiler yer alıyor:
Abdullah Gül, 8 Ocak 2008’de Bush’a konuk oldu. Görüşmede, Kürt sorunu üzerinde durularak siyasi çözüm tartışıldı. Görüşmeden sonra Abdullah Gül, Bush’un bu konuyla ilgili bir isteğinin olmadığını açıkladı. Beyaz Saray ise Türk tarafını yalanlarcasına, görüşmede PKK ve siyasi çözüm yöntemlerinin ele alındığını bildirdi.
Siyasi çözümün şifresi, Erdoğan’ın 5 Kasım’da Bush ile baş başa görüşmesinde saklıydı. Gül-Bush görüşmesi, Erdoğan-Bush görüşmesinin devamı niteliğindeydi. Abdullah Gül, Ankara’ya döndükten bir ay sonra ABD Adalet Bakanı, Türkiye Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile görüştü. ABD ve Türk Adalet Bakanlıkları, uzun süredir işbirliği içindeydiler.
2006’da kamuoyuna yansımayan bir anlaşma da yapılmıştı ve o tarihten beri Kaliforniya Eyaleti Sacramento bölgesinden atanan bir Amerikalı savcı, Türk Adalet Bakanlığı’nda danışman olarak çalışıyordu.
ABD Adalet Bakanlığı bünyesinde 1991 yılında oluşturulan OPDAT’a, (Office of Prosecutorial Development Assistance and Training-Denizaşırı Adli Takibatı Geliştirme Yardımı ve Eğitim Dairesi’ne) bağlı savcılar bir yıllığına atanır; 14 ve 15’inci dereceden yılda 102-153 bin dolar arasında ücret alırlar. ABD’nin, Türkiye’nin yanı sıra Pakistan, Endonezya, Kenya, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerde de danışman savcıları vardı.
Amerikalı danışman savcıların görevleri arasında terörizm suçlarının soruşturulması ve yargılama imkanlarının güçlendirilmesi; gerekli teknik yardımın sağlanması bulunuyordu. Ayrıca yabancı ülkelerde terörist izleme, insan haklarını koruma ve kara para aklama gibi konular da görevleri arasındaydı.
Amerikalı danışman savcı, Türk adaletini biçimlendirirken, Ankara Büyükelçiliği bünyesindeki FBI ve istihbarat birimleriyle de yakın işbirliği içinde çalışıyor.
***
Sadullah Ergin, Yılmaz Polat’ın verdiği bu bilgiler hakkında bir açıklama yapar mı acaba? Bu bilgiler doğruysa, vesayet altında çalışan kim oluyor?
Mehmet Ali Şahin, Danıştay baskını sırasında Devlet Bakanı idi ve TBMM’de yaptığı konuşmada, olayın sebebi ile ilgili olarak, “sürprizlere hazır olun” demişti. Hangi savcıdan bilgi almıştı acaba?
Başbakan Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, bu tür olayların tamamından milliyetçileri veya ulusalcıları sorumlu tuttular, sonra da terörle mücadele bir kenara bırakılıp teröristle mücadele edenler hakkında soruşturmalar başlatıldı!
İçişleri Bakanlığı’nda da ulusalcılığı suç olarak gösteren bir rapor hazırlandı!
Amerikalı savcı böyle mi tavsiye etmişti?
“Vesayet ve demokrasi” ye bundan daha açık örnek var mıdır?
Şimdi Cemil Bayık, “demokratik özerklik” ilan edeceğini söylüyor.
Bu politikalar sayesinde değil mi? Daha taşeron aramaya gerek var mı?
Amerikalı Savcı Türk Savcıları ve Polisi İle Birlikte Çalışıyor - 30 Haziran 2010
Adalet Bakanlığı, “Adalet Bakanlığı’nda Amerikalı danışman savcı” başlıklı yazımı kesin bir dille yalanlamıştı.
Ancak, bu bilgiyi aldığım Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım” adlı kitabının yayıncısı Mustafa Yıldırım, kısa bir açıklama ile birlikte konunun yer aldığı Amerikan Adalet Bakanlığı ve Ankara Büyükelçiliği İnternet sitelerinin adreslerini ve ilgili sayfaları gönderdi.
* * *
Amerikan Büyükelçiliği’nin İnternet sitesine girdiğimiz zaman,
ABD Adalet Dairesi Yurtdışı Savcılık Geliştirme, Yardımlaşma ve Eğitim kurumuna bağlı olarak bir hukuk müşaviri, 2006 yılında ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’nde konuşlanmıştır.
Özellikle terör ve terörizmin finansmanı ile ilgili olarak ABD ve Türkiye hükümetleri arasında işbirliğini sağlamak için görev yapıyor.
Bu müşavir, yerel savcı ve diğer kolluk personeli ile çalışıyor ve eğitim programları ile ABD ve Türkiye’nin ortak çabalarını geliştirmeye gayret ediyor. Şimdiki eğitim programları kara para aklama, siber suçlar, suçluların iadesi ve ceza davalarında duruşma öncesi meselenin aydınlatılmasına odaklanmıştır.
açıklamasına rastlıyoruz.
Amerikan Adalet Bakanlığı’nın İnternet sitesinde ise kısaca OPDAT adı verilen kuruluşun Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı ile yakın işbirliği içinde çalıştığı, ABD Büyükelçiliği’nin, Türk Hükümetinin PKK ve diğer terör örgütlerinin işlediği cinayetlere karşı mücadelesine destek verdiği, terörle mücadele mevzuatını geliştirmek ve ceza davalarında, mali dolandırıcılık ve kamu yolsuzluklarında yardımcı olduğu belirtiliyor.
OPDAT sayfalarında,
Kapsamlı cezai adalet yardım programları çerçevesinde deneyimli ABD’li savcılar, yerleşik tüzel danışmanlar olarak Benin, Irak, Kenya, Liberya, Türkiye, Uganda, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, Zambiya Cibuti, Gana, Ürdün, Kuveyt, Mozambik, Nijerya, Katar, Güney Afrika ve Tanzanya dahil olmak üzere bu ülkelerde programlar yapar.
bilgisi veriliyor.
OPDAT’ın dünya çapında faaliyetlerinin anlatıldığı yazının Balkan ülkeleri ile ilgili paragrafında ise
Programlar Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edilerek bu ülkelerde cezai adalet sistemi geliştiriliyor.
Özel soruşturma tekniklerinin kullanılması, sanıkların videoya konuşmaları ve diğer basit gizli faaliyet rutin olarak Amerikan savcılar ve ajanlar tarafından kullanılmaktadır.
OPDAT özel soruşturma teknikleri kullanılabilmesi için ilgili ülkelerde yasal reformlar için tavsiyelerde bulunulmuştur.  OPDAT, organize suçlar dahil olmak üzere suçla mücadelede, bölge ülkelerinde özel görev güçleri geliştirmeye yardımcı oldu
deniliyor.
* * *
Mustafa Yıldırım,
“Adalet Bakanlığı ‘1980’den beri ABD ile anlaşma yok’diyor. Bu durumda; ABD Büyükelçiliği’nde bulunan (RLA -Yerleşik Yasal Danışman) Amerikalı Savcı, Türkiye’nin savcılarıyla ve emniyetiyle devletlerarası protokol, anlaşma ya da sözleşme olmadan, yalnızca kişisel dostluk ilişkileri mi kurmuş oluyor?
Bu ilişkilerden Adalet Bakanlığı’nın bilgisi yoksa hangi bakanlığın bilgisi var?”
diyor.
* * *
İşte bir demokrasi ve yargı sistemi böyle vesayet altına alınıyor.
Şimdi açıklama yapma sırası kimde acaba?
Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı ve Başbakan, bu rezaleti nasıl izah edecek?
Tayyip Bey, demokratikleşmeyi Amerikalı savcıların tavsiyeleriyle mi sağlayacak?
İstanbul'da 8 Savcıyla Toplantı Yapan Amerikalı - 01 Temmuz 2010
Yılmaz Polat’ın  “CIA Pençesinde Açılım” adlı kitabındaki bilgileri esas alarak yazdığım, “Adalet Bakanlığı’nda Amerikalı bir savcı!” başlıklı yazıyı, Adalet Bakanlığı’nın kesin bir dille yalanlamasından sonra dün yeni bilgilere ulaşmış ve Amerikan Adalet Bakanlığı ve Türkiye’deki Amerikan Büyükelçiliği’nin İnternet sitelerinden alıntılar yaparak, doğru bilgi verdiğimi ispatlamıştım.
odatv.com yazarı Barış Terkoğlu da aynı kaynaklardan konuyu araştırdı ve “Adalet Bakanı Amerikalı danışman yok dedi. Bakın Amerika ne söylüyor?” başlığı altında bizimle hemen hemen aynı bilgileri içeren bir haber yaptı.
Yazıyı 29 Haziran günü saat 17.00’de yazıişlerine teslim etmiştim. Bir saat sonra arkadaşların, “oda.tv’ye bir bak” uyarısı üzerine bu sitenin manşetinde 16.50’de girilmiş Barış Terkoğlu imzalı haberi okudum.
Barış Terkoğlu ile birbirimizden habersiz olarak, aynı saatlerde hemen hemen aynı bilgileri ele almıştık. Terkoğlu’nun haberinde dünkü yazımda olmayan çok önemli bir bilgi daha vardı ki onu da bu sütunda kayda geçirmem gerekir.
Barış Terkoğlu, “İstanbul’da savcılarla toplantı” ara başlıklı bölümde şöyle yazdı:
“Yine ABD Dışişleri Bakanlığı sitesinde şöyle bir bilgi veriliyor: ’Türkiye’de PKK ile Savaşmanın Yasal Araçları Üzerine Program: 25-26 Ocak 2007’de, OPDAT Türkiye Genel Hukuk Danışmanı İstanbul’da, PKK ile mücadelede yasal araçlar üzerine bir program düzenledi.
Program katılımcıları terör suçları ve organize suçlarla ilgilenen mahkemeleri bulunan sekiz Türk kentinden cumhuriyet başsavcı vekilleri ile dört yargı temsilcisinden oluştu. Program Türk yetkilileri ile Hollandalı ve İngiliz meslektaşlarını bir araya getirdi. Amaç, programa katılan tüm tarafların, PKK ile mücadelede kendi ülkelerinde kullanabilecekleri mevcut yasal araçları tartışmalarını sağlamaktı.’
ABD Dışişleri Bakanlığı, resmi yayın organında Genel Hukuk Danışmanı’nın İstanbul’da PKK ile mücadele kapsamında cumhuriyet savcıları ve yargı temsilcilerine yönelik bir program düzenlendiğini haber veriyordu. Oysa Adalet Bakanlığı kimseden danışmanlık hizmeti almadıklarını söylemiyor muydu?
Bakanlık, OPDAT programı dahilinde seminerlerin yanısıra iki yönlü teknik yardımın da gerçekleştiğini haber veriyor. Türkiye’de Adalet Bakanlığı’nın kesinlikle yalanladığı ilişki, ABD Adalet Bakanlığı arşivlerinde yapılan faaliyetler ile beraber net olarak görülebiliyor.
Tüm bunlardan sonra Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, Türkiye’de gazeteciler yerine ABD Adalet Bakanlığı’nı yalanlaması gerekmez mi? Ya da Adalet Bakanlığı İstanbul’da düzenlenen OPDAT toplantılarından haberdar değil mi?”
* * *
Amerikan Adalet Bakanlığı sitesinde belirtilen OPDAT Türkiye Genel Hukuk Danışmanı, yani Amerikalı savcı, terör suçları ve organize suçlarla ilgilenen mahkemeleri bulunan sekiz Türk kentinden cumhuriyet başsavcı vekilleri ve dört yargı temsilcisi ile görüştüğüne göre Adalet Bakanı’nın, bu konudan haberdar olmaması mümkün değildir.
Bu bilgiler gizli değildir. Amerikan Adalet Bakanlığı İnternet sitesinde halen yayındadır.
Durum böyle olduğu halde, Adalet Bakanı kendisi açıklama yapmayıp, bu konulardan belki de hiç haberi olmayan “Basın Müşaviri” imzasıyla bize yalanlama geçti.
Amerikalı savcının danışmanlığında, Türkiye, terörle mücadele edecek öyle mi?
İşte Türkiye böyle yönetiliyor ey vatandaş!
Seçmene Uyarı : Yargı Reformunu UNDP Hazırladı ! - 13 Temmuz 2010
Amerikalı bir savcının Adalet Bakanlığı’na danışmanlık yaptığını yazdığımda bakanlık bu haberi yalanlamıştı.
Sonra Aydınlık dergisinde,
Susanne Hayden adlı bu savcının, resmi olarak Amerikan Büyükelçiliği bünyesinde çalışmakla birlikte, 25-26 Ocak 2007’de İstanbul’daki hakim evinde, sekiz ilin özel yetkili Başsavcı vekili ve Adalet Bakanlığı’ndan üç yetkili ile çalıştay düzenlediği ve terörle mücadele yöntemlerini anlattığı ortaya çıkarıldı.
Adalet Bakanlığı, bu haberler üzerine herhangi bir açıklama yapamadı.
***
Şimdi en az bu skandal kadar büyük bir skandalı yine açık kaynaklardan elde ettiğim bilgilerle bilginize sunuyorum...
Anayasa reformu denilen ve Türk yargı sistemini altüst eden çalışmalar, uzun süreden beri Adalet Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından sürdürülüyor.
Danıştay 2. Dairesi Tetkik Hakimi Fetih Sayın, Danıştay Başkanlığı tarafından görevlendirilerek 16-17 Nisan 2009 tarihlerinde Ankara Sheraton Oteli’nde yapılan semineri takip etti ve bir rapor hazırladı.
Fetih Sayın öncelikle UNDP’nin İnternet sitesini inceledi ve
“Kurumsal Yönetim Perspektifinde Yargı Reformunun Desteklenmesi”
projesinin 112 bin Amerikan Doları bütçesi olduğunu ve Ocak-Ağustos 2008 tarihlerini kapsadığını tespit etti.
sitesinde aynen şöyle deniliyor:
UNDP, ulusal hükümet nezdinde güvenilir bir ortaktır, yargıda iyi yönetişimi sağlamada ulusal hükümete katkı verecek pozisyondadır. 
Proje adalet reformunda Türkiye’ye yol haritası hazırlamak için hazırlanmıştır ve Adalet Bakanlığı, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemelerin yapıları ve kendi  aralarındaki etkileşimlerine yönelik genel bir değerlendirme sağlayacaktır.
***
UNDP’nin “Türk Yargı Reformuna Destek” başlıklı raporunda da şu bilgiler veriliyor:
“Yargı Reformunun Desteklenmesi Projesi” kapsamında 13-14 Mart 2008 tarihinde Ankara’da bir çalıştay gerçekleştirildi. Geniş bir katılımcı topluluğunca gerçekleşen bu iki günlük çalıştayda Türkiye’nin yargı reformuna ilişkin çabaları ve özellikle de Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Yargıtay ve Danıştay gibi yüksek mahkemelerin yapısı hakim ve savcılar gibi adalet aktörlerince tartışıldı.
* Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısındaki olası değişikliklere odaklanıldı.
* Katılımcılar ayrıca, Personel İşleri Dairesi Genel Müdür Yardımcısı’nca Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı, üyelerinin seçim prosedürleri, atama ve terfilere ilişkin görev ve sorumlulukları hakkında bilgilendirildi. Çalıştayın ikinci günü, Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere yüksek mahkemelerin yapısına ilişkin tartışma ve görüş alışverişini mümkün kılan platformlara ayrıldı.
* Çalıştaya UNDP Bratislava Bölgesel Merkez Ofisi temsilcileri ve uluslararası danışman Larry Taman da katılarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve Yüksek Mahkemelerin yapılarıyla ilgili uluslararası düzenlemeler ve uygulamalar başta olmak üzere, küresel bağlamda yargı reformu ile ilgili deneyimlerini aktardılar
***
Fetih Sayın diyor ki,
Görüldüğü gibi bütün çalışmalar Adalet Bakanlığı’nın, bir başka anlatımla yürütme erkinin yönlendirmesi doğrultusunda sürdürülmüş, yargı erki kendisiyle ilgili olarak yapılacak önemli düzenlemelerin hazırlığında dışarıda tutulmuştur.
Konuya devam edeceğiz...
Yargıda Şimdi de Kanadalı Gölgesi - 14 Temmuz 2010
Anayasa değişikliklerinde özellikle “Yargı Reformu” denilen ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun  yapısını değiştiren hazırlıkların, Birleşmiş  Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından verilen yol haritası çerçevesinde yapıldığını dün açıklamıştım.
Konuyla ilgili Danıştay Başkanlığı tarafından görevlendirilen Danıştay 2. Dairesi Tetkik Hakimi Fetih Sayın’ın raporundan  bazı alıntılar yapıyorum: 
* 16-17 Nisan 2009 tarihinde UNDP ile birlikte yapılan çalışmada, UNDP proje sorumlusu Seher Alacacı, yargı reformu ile ilgili hazırlık toplantısının 31 Ocak-1 Şubat tarihlerinde Bratislava’da yaptıklarını, anlattı. Türkiye ile ilgili bir çalışmanın hazırlık toplantısı Türkiye’de değil de neden Bratislava da yapılıyor maalesef anlayamadım.
* UNDP Bratislava Bölgesel Merkez  Ofisi temsilcileri ve Kanadalı uluslararası danışman Larry Taman, Türk yargı sistemini çok iyi tanıdıklarını söylediler ve  UYAP sistemini övdüler.
Taman, Türkiye’nin bütün mahkemelerinde hangi davaya hangi mahkeme ve hakimin bakacağının Adalet Bakanlığı’nın kontrolündeki o çok övdüğü e-adalet sistemi kapsamındaki UYAP sisteminin merkezinden belirlendiğini, bu sistemin her türlü müdahaleye açık olduğunu, nitekim ilk kuruluş aşamasında bir dosyanın HAVELSAN’da görevli bir personel tarafından Ankara Mahkemeleri arasında, avukatınca düşürülmek istendiği mahkemeye düşürüldüğünü, bu personelin görevine son verildiğini, şu anda UYAP’ın görevde kalmaları tamamen Bakanın arzusuna bağlı görevlilerce yönetildiğini, UYAP’ın ağırlıkla yargıçlardan oluşan tamamen özerk ve bağımsız bir kurulun yönetim ve denetiminde olması gerektiği yolunda açılmış dava ve taleplerin hiç dikkate alınmadığını, Danıştay’ın da yasa zoruyla UYAP kapsamına alınmak istendiğini, Bakanlığın bu olağanüstü gücü asla ve asla yargıya terk etmek istemediğini de biliyor muydu?
***
* Larry Taman, konuşması sırasında ‘Çok kısa süre sonra Türkiye Anayasasında çok ciddi değişiklikler olacak. Yargı  sistemi de sanırım kapsamında olacak. Bazı önemli reformlar yolda’ dedi.
Bu kadar kesin ifade ile nasıl söyleyebiliyor, acaba o değişikliklerin hazırlık çalışmasında da bulundu mu? Yoksa bir kâhin mi? Bilemiyorum.
* Ayrıca şu noktaya da takıldım; Larry Taman, tüm seminer programının her aşamasında kürsüde yer aldı ve ilginçtir, konuşmasının bir yerinde Kanadalı olduğunu ve bir ara Kanada’da Adalet Bakanlığı müsteşarlığı görevinde de bulunduğunu söylemişse de titrinin ne olduğunu halen öğrenebilmiş değilim. Seminer programında hep şu şekilde yer aldı ‘Larry Taman - Uluslararası Uzman.’
Neyin uzmanı benim için halen meçhul...
***
* Konuşmacılar arasında Prof. Dr. Levent Köker ve Yavuz Atar da vardı. Diğer taraftan hazırlanan ve yargı mensuplarının yüzde 90’ı tarafından cevaplandırılmayan anket formundaki sorulara baktığımda bunun bir önceki dönem gündeme getirilerek geri çekilmiş olan Anayasa ile son derece uyumlu olduğu ve hiçbir yargı mensubuna danışılmadan hazırlanan ve tepkiler sonucu geri çekilen o taslakta mevcut düzenlemelerin bu kez yargı mensuplarınca talep edildiği havası yaratmak amaçlı olduğu izlenimine kapıldım. Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığında hazırlanan o anayasa taslağının hazırlayıcıları arasında ne garip bir tesadüftür ki Prof. Dr. Levent Köker ve Yavuz Atar da yer almaktaydı... Bu sebeple böylesi bir figüranlığa hizmet etmemek için anketi doldurmadım.”
13.07.2010



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Size çarpan araç faili meçhul ise

RON CLARK STORY

BAŞKA BİR İSTATİSTİK