KORE VE LÜBNAN

İşbirlikçilik Uğruna Girilen Macera...

Türkiye’nin NATO’ya katılma başvurusu da Kore savaşından kısa bir süre öncesine rastlar. 1949’da ilk başvuruyu yapan CHP iktidarıdır. Ancak NATO’yu daha çok bir emperyalist ülkeler ittifakı olarak tasarlayan ABD ve diğerleri yapılan ilk iki başvuruyu geri çevirirler. Yine de Türkiye’nin Sovyetler’in hemen altında tutmuş olduğu stratejik konum emperyalistler için önemlidir ve kapıları da tamamen kapatmamışlardır. Açıkçası emperyalist efendiler biraz da kölelerinin rüştünü ispatlamasını istemektedirler. İşte bu fırsat, tam da Kore olayında çıkar. İşbirlikçiler bu konuda o kadar heveslidirler ki, yurt dışına asker gönderme yetkisi sadece TBMM’de olmasına karşın, Adnan Menderes (Demokrat Parti) hükümeti efendilerinin gözüne girmek uğruna bakanlar kurulundan kararı geçirterek, Kore’ye asker gönderilmesi kararını alırlar. Aynı günlerde Amerikalı “uzmanlar” tarafından yeniden “düzenlenen” ordu da buna dünden heveslidir.
Türkiye, aslında resmen çağrılmadığı halde gönüllü olarak bu savaşta yer almak isteğini belirtmiş ve Kore’ye asker gönderme kararından 5 gün sonra da NATO’ya girmek için 3. başvuru 'yu yapmıştır. Ve ilginçtir, daha önceleri çeşitli gerekçelerle başvuruları reddeden NATO, bu kez, 21 Eylül 1951’de, Türkiye’yi Yunanistan ile birlikte üye olarak almış ve gerekçe olarak da “Akdeniz’in güvenliği”ni göstermiştir. Sanki daha önce “Akdeniz güvenliği” yokmuş gibi!

Çıktık Açık Alınla...
Böylece 25 Temmuz 1950’de kurulmaya başlanan Kore Birliği, Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında İskenderun’a nakledilir. Buradan da 5090 kişilik birlik, ABD tarafından gönderilen bir gemiyle 2 Ekim 1950’de Kore’ye doğru hareket eder ve 21 günlük yolculuktan sonra Pusan limanına ulaşır. Türk tugayı askeri donanım ve eğitim düzeyi olarak kelimenin gerçek anlamıyla yetersizdir. Çoğu köyünün dışına ilk kez çıkan gencecik insanlar bir-kaç aylık eğitim süreci içinde, tüfek ve süngü dışında silah görmeden gönderilmişlerdir Kore’ye. Türk tugayının başında yer alan Tahsin Yazıcı İngilizce bilmediği için askerler daha savaşa başlamadan zulüm ortamı yaşamaya başlarlar. Üzerilerindeki kamuflaj elbiseleri iklim koşullarına uygun olmadığı için daha ilk günlerde donma tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar.
Amerikan ve diğer emperyalist ülkelerinin askeri teçhizatı dönemin teknolojik donanımları ile yüklüdür. Buna karşın Amerika, bırakalım Türk ordusunun askeri teçhizatını yenilemeyi, Türk birliğinin yol ve aylık maaşlarının bile yine Türkiye tarafından karşılanmasını sağlamıştır.
Kore birliği 20 Ekim’de IX. Amerikan Kolordusu’nun emrine verilir ve irili ufaklı birçok çarpışmada Kore halkına karşı savaşır. Bunlar arasında Kunuri bölgesindeki savaşlar özellikle önemlidir; çünkü Türk birliğinin nasıl bir piyon gibi görüldüğü en çok bu savaşta açığa çıkmıştır. Kendi askerlerini korumak isteyen ABD’li generaller savaşa katılan Türk tugayını ön plana sürmüştür; ayrıca hatırlamakta yarar var, Türk birliği Kore Savaşı boyunca Amerikan kuvvetlerine bağlı hareket eden tugay büyüklüğündeki tek birliktir.
Kunuri savaşının en kızıştığı bir noktada yapılan manevra ise, bugün ne kadar “Türk kahramanlığı” olarak anlatılırsa anlatılsın tam bir “ucuza harcama” operasyonudur. Bu manevrada ABD askerleri güvenlik içinde geri çekilirken, Türk birliği Kore Halk Ordusu’nu durdurmak için geride bırakılmış ve birlik en ağır kaybını bu noktada vermiştir. Sadece bir-iki gece süren Kunuri Savaşı’nda Türk Tugayı’nın verdiği kayıp 721 askerdir. İşin Türkçesi, Türk birliği hiç bilmediği bir arazide Halk Ordusu’nun önüne tampon olarak konulmuştur. Bu, tam da ABD’nin “ucuz asker” mantığına uygun bir davranıştır.

Savaş boyunca Türkiye tarafından Kore’ye 1950-1953 yılları arasında dönüşümlü olarak toplam 15.000 asker gönderilmiştir. 3 yıl süren çarpışmalar boyunca Türk birliği, 741 ölü verdi; 2147 kişi yaralandı, 234 kişi tutsak düştü ve 175 kişi ise kayboldu. Elbette bunlar resmi rakamlar, devletin kayıpları gizleme politikası hesaba katıldığında gerçek kayıpların bundan çok daha fazla olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz. Bu verilerle Türkiye en ağır kayıp veren ülkeler arasında ilk üçte yer aldı.
Kukla Olmanın Bedeli...
Bütün bu olup bitenlerin şu çok başımıza kakılan “Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü” ile bir ilgisi var mı? Kore neresi? 1950’lerde sokağa çıkıp sorulsa bu soruya yanıt verebileceklerin sayısı kaçtır? Koreliler kimlerdir peki? Siyah mı, beyaz mı, sarı mı? 9 bin kilometre ötede yaşayan insanların bizimle nasıl bir husumetleri vardı?
Kore savaşı insanlık adına, barış için yapılmıştır. İddia buydu.
Türkiye’nin bu sahnedeki rolü ise piyonluktan ibarettir. Kore halkının kanlı bir kıyımdan geçirilmesinin yanında, kirli bir işbirliği Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasından da yüzlerce emekçinin hayatına mal olmuş, üstelik oligarşinin temsilcileri bir de bunu “kahramanlık” ilan etmişlerdir. Daha sonraları, dönemin siyasi iktidarının yöneticilerinin yargılandığı Yassıada mahkemelerinde Başbakan Adnan Menderes ’in gönül ilişkileri bile konu edilirken, bu korkunç cinayetin üzerinde hiç durulmamıştır. Bu durum aslında oligarşinin ABD emperyalizmine gönüllü köleliği adeta dokunulamaz bir şey olarak gördüğünü de ortaya koymuştur.

Sonuç ne oldu:
NATO’ya girdik ama Yunanistan da girdi. Peki, sonra ne oldu? Akıtılan Türk askeri kanının bedeli olarak Kıbrıs adası Yunanlılara verildi.

Şimdi Lübnan'a asker gönderme konusuna bir de bu pencereden bakalım.

Bunu ne için yapacaklar? Bölgede Lübnan savaşı ardından ortaya çıkan barışı korumak için yapacaklar. Ortada barış var mı ki onu koruyacak BM gücü olsun!

Sayın Başbakan Erdoğan tarih mükerrer ediyor. Lübnan 'da sıfır risk diyerek halkı kandırmaya çalışırken sayın genel kurmay başkanı sıfır risk diye birşey yoktur diyor. Acaba Lübnan 'da koredeki gibi şehit verme ihtimali hiçmi yok? Yoksa sizde gelecekte Adnan Menderes 'in akibetine uğramıyasınız sakın?


Gündeme yakışan Nazımın Hikmet'in şiiri


DİYET

Gözlerinizin ikisi de yerinde , Adnan Bey ,
İki gözünüzle bakarsınız ,
İki kurnaz ,
İki hayın ,
Ve zeytini yağlı iki gözünüzle
Bakarsınız kürsüden Meclis ‘ e kibirli kibirli
Ve topraklarınıza çiftliklerinizin
Ve çek defterinize .

Ellerinizin ikisi de yerinde , Adnan Bey ,
İki elinizle okşarsınız ,
İki tombul ,
İki ak ,
Vıcık vıcık terli iki elinizle
Okşarsınız pomadlı saçlarınızı ,
Dövizlerinizi ,
Ve memelerini metreslerinizin .

İki bacağınızın ikisi de yerinde , Adnan Bey ,
İki bacağınız taşır geniş kalçalarınızı ,
İki bacağınızla çıkarsınız huzuruna Eisenhower ‘ in ,
Ve bütün kaygınız
İki bacağımızın arkadan birleştiği yeri
Halkın tekmesinden korumaktır .

Benim gözlerimin ikisi de yok ,
Benim ellerimin ikisi de yok ,
Benim bacaklarımın ikisi de yok ,
Ben yokum ,
Beni , üniversiteli yedek subayı ,
Kore ‘ de harcadınız , Adnan Bey ,

Elleriniz itti beni ölüme ,
Vıcık vıcık terli , tombul elleriniz .

Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
Ve ben al kan içinde ölürken
Çığlığımı duymamanız için
Kaçırdı bacaklarınız sizi arabanıza bindirip .

Ama ben peşinizdeyim , Adnan Bey ,
Ölüler otomobilden hızlı gider ,
Kör gözlerim ,
Kopuk ellerim ,
Kopuk bacaklarımla peşinizdeyim .


Diyetimi istiyorum Adnan Bey ,
Göze göz ,
Ele el ,
Bacağa bacak ,
Diyetimi istiyorum ,
Alacağım da .


NAZIM HİKMET

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Size çarpan araç faili meçhul ise

RON CLARK STORY

BAŞKA BİR İSTATİSTİK